23 Mart 2010 Salı

Şeker Adam Keita!!!



İş güç, yazamadım bir haftadır. Bu haftasonu tamam dedim, oturup yazılacak, Keita'yı gördüm tadım kaçtı. Arif Erdem'in tahtına aday olmak için bile bir pozisyon algısı, zeka pırıltısı bir kurnazlık gerekir; Keita ise başta hakem olmak üzere hepimizin ikinci derbidir salak olduğunu zannediyor.  Birini kandırmak biraz zeka ister; küçük çocuklardan çalım yemişsiniz gibi numara yapar, yerlerde yuvarlanırsınız ya onu işte sadece küçük veletlere yaparsınız çünkü bi tek onlar komik bulur. Keita ya çocuk tiyatrosunda takılsın ki rol yeteneğiyle anca orada başarılı olur ya da bi zahmet azıcık delikanlılık öğrensin.

Dünyanın sudan eriyen ilk futbolcusu... İnşallah Galatasaray seyircisi yine Mecidiyeköy'de suyu karaborsaya düşürmez, pazar günü de yağmur yağmaz. Valla Keita, Djordjevic'e kafa çakıp kendini yere atan Mondragon kadar hükmün yok be... Nasıl bir scouting varsa Galatasaray'da artık atletizm pistinde adam kovalayıp yumruklamak sende; rakibin boğazına sarılmak sende; 3 metre uzağına düşen sudan hakemi yan yan keserek sakatlanma numarası yapmak sende, bir de şeyini avuçlamışsın tribünlere doğru öyle diyorlar, yürü be Keita biz de gerizekalıyız zaten sen yap birileri savunur bunları zaten, asla yalnız yürünmez bu memlekette, suçlu da olsan suçsuz da illa birileri çıkar savunur...

17 Mart 2010 Çarşamba

Fenerbahçe-Galatasaray

Norveç televizyonunda dünyadaki derbileri inceleyen bir programın Fenerbahçe-Galatasaray bölümü. Tribündeki yakın temastan biraz şaşmış bir İskandinav ve malum şekilde sonuçlanan bir Kadıköy randevusu...

http://www.nrk.no/nett-tv/klipp/616528/

8 Mart 2010 Pazartesi

Allah Uzun Ömürler Versin...

 

Memleketin sorunlarının taş olup sahaya yağmasını unutturdunuz, sağolun...

5 Mart 2010 Cuma

Fulelim, Pala Bıyıklım



Konumuz ne Osman Tanburacı ne Cemil İpekçi, konumuz Portekiz'in Batılı için hazırlanmış 2000ler öncesi kendine oryantalist turizm rehberlerinde gururumuz olan pala bıyıklarımıza göz dikmiş olması. Portekizli taraftarlar ilk olarak, milli takımlarının geçtiğimiz turnuvalardaki başarısının Scolari ve Federasyon başkanı Gilberto Madail'in bıyıklarından kaynaklandığını düşünerek, şu taleplerde bulunmuşlar:




  • Carlos Queiroz, 1991 in zorlu koşullarında takımın başındaykenki gibi bıyık bıraksın.
  • Madail Scolari'yle yakalanan başarıların tekrarı için yeniden bıyık bıraksın.
  • Ve acilen Portekizli bıyığının ve futbolunun efsanesi Toni'yi (António José Conceição Oliveira) milli takımda önemli bir pozisyona getirsin.
Talepleri mantıklı bulduysanız şuradan altına imzanızı çakabilirsiniz:

Teklif şu günlerde genişlemiş, ve tüm futbolculardan da aynı beklentiye dönüşmüş durumda. Forumlarda ki ortak kanaat şu "bıyıklı bir milli takım güvenin, dayanıklılığın ve Portekiz kalitesinin sahaya yansıması olacaktır". Sayın Tanburacı'ya bizde sağladığı kalite için teşekkür eder, Portekiz Milli Takımı'nın Fatih Terim'den uzak durmasını dileriz. Bıyık ve futbol ilişkisine dair harika bir yazı da şuradan okunabilir:

2 Mart 2010 Salı

Glasgow yine Kraliçe'ye sadık...



1840larda İrlandalılar kıtlıktan kaçmak için karşı kıyıya geçtiğinden beri Glasgow şehri Katoliklerle Protestanlar arasında paylaşılamıyor. Şehrin, arasında yarım saatlik yürüme mesafesi olan, Doğu ve Batı yakasından ilki fahri Vatikan ve İrlanda konsolosluğu gibi dururken, diğeri 8. Henry'e selam edip, Kraliçe'nin sadık tebaası olarak hayatına devam ediyor, düşman renklerin semt publarına girişini yasaklayarak. Dünyadaki çoğu çatışma gibi bir soyut ve evrensel iddiaların çatışmasına (burada mezhep), Katoliklerin, Protestanlara göre fakirliği; İskoç ve İrlanda bağımsızlığı ile Birleşik Krallığa sadakat kavgası da girince içinden çıkılmaz bir hal alan bu işi çözmek 1888den beri kavgalı gürültülü bir şekilde futbola kalıyor. Senede en az 4 kere Glasgow İrlandalıların mı Britanyalıların mı kavgası yeşil sahada çözüm arıyor. 3 sene üstüste şampiyonluk sözünün en kolay verildiği liglerden biri olan İskoç Ligi'nde, Kıbrıs görüşmelerinden hallice olan bu maçların 3.sü geçtiğimiz pazar günü oynandı ve Glasgow tıpkı geçen seneki gibi Britanya bayrağının mavisini seçerek, Kraliçe'ye selam durmaya devam etti.

Derbiden bir hafta önce Rangers kalecisi Allan Mcgregor, Celtic'li Cillian Sheridan'ın doğumgünü partisinden dönerken Glasgow'luların kafa atamaya gururla taktıkları adıyla "Glasgow Öpücüğü"yle saldırıya uğramıştı. Sanırız Türkiye'nin meşhur "Futbolcular saha dışında çok yakın arkadaş ama taraftarlar geriyor maçları" geyiğini İskoçya'ya ihraç etmemiz faydalı olacaktır. 

Son dakikada oynaması kesinleşen McGregor'un sahada yer aldığı maç aslında oldukça dengeli başlamıştı. Ta ki bizim dünya derbisinde futbolcuların yakın arkadaşlığını  Semih ve Arda geçen sene nasıl gösterdiyse , Celtic kaptanı Scott Brown'la Rangerslı Kyle Lafferty de aynı sıcaklıkla birbirine yaklaşıp, dostça birbirlerinin gazını almak için itişip kakışana kadar. Aslında biraz "lan n'oluyo burada" dengesizliğiyle kafasını sağa sola sallarken Lafferty'e çarpmış gibi gözükse de pozisyonda  kabak Brown'a patladı ve o dakikadan sonra 10 kişi kalan Celtic, maçı Rangers'ın kontrolüne verdi. Maç da derbilerdeki, farklı galibiyetler hariç, en keyifli, meditatif ve orgazmik galibiyet cinsi olan bir son dakika golüyle Rangers'ın oldu. Şu bir gerçek ki Celtic bu yenilgiyle artık lige havlu atmış durumda, hatta 2005-2006 yılından beri ilk kez bir başka takım Celtic - Rangers ikilisi yerine ilk ikiden birine yerleşebilir. Glasgow'un İrlanda'yla bağlanması için bu seneki tek şans kupada rakipleriyle oynayıp yenmek artık. Aksi takdirde Rangerslıların, Celticlilerle atışırken sorduğu "Glasgow, İrlanda'nın neresinde?" sorusuna şehri her galibiyet sonrası bolca yeşil-beyaza ve biraz da turuncuya boyayarak "İrlanda, Glasgow'un ortasında" diyen Celticliler bu sene de sadece boyunlarını eğerek veya sağlam bir Glasgow öpücüğüyle cevap verecekler...